ADALYA’DA BAYRAM
Kazım BİLGİLİ
Varsak Eski Belediye Başkanı
1955 doğumlu olduğuma göre, dört ya da beş yaşlarında olmalıyım. Henüz yaylaya göçmemiş Varsak’taki evimizde kalıyorduk. 0 gün akşam bize hemen yatıp uyumamız gerektiği, yarın erkenden dedemin bizi Adalya’ya bayrama götüreceği söylendi. Biz çocuklar farkında olmasak da, bu gezi önceden planlanmıştı anlaşılan.
Dedem,ninem ve annem bize giyeceğimiz bayramlıkları çoktan hazırlamışlardı bile. Annem kendi elleriyle diktiği şalvar donu, üstlük gömleği, içe giyilen göyneği, kendisinin el şişi ile ördüğü üstlük kazağı, ala süslü çorapları ve İsmail amcamın dana derisinden (samra) hayvan gübresine gömerek diktiği çarıklar dahil, bütün giysilerimi hazırlamıştı.
İlk defa değişik bir yere ve bayrama gitmek heyecanı beni ayrı bir havaya sokuyordu. Çok sevinçli ve heyecanlıydım; nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum.
Sabah olmuş erkenden kalkmıştım. Heyecanım aynen devam ediyordu. Çünkü ilk defa bir şehire, Adalya dedikleri yüksek evlerin, hanların, hamamların, bağların bahçelerin olduğu çok kalabalık bir yere gidecektim .
Dedemlerin Adalya’da Giritli esnaf dostlarının olduğunu, büyüklerin aralarındaki konuşmalarından zaman zaman duyuyordum. Annem, sakın dedenin yanından ayrılma diye beni iyice öğütlemişti. Dedenin elini sakın bırakma! Kaybolursun, seni alıp kaçırırlar diye defalarca beni uyarıyor, diğer taraftan da; elbiselerimi, çoraplarımı ve çarıklarımı giydiriyordu. Heyecan ve telaşla ne yediğimi dahi hatırlamıyorum. Mutluluktan dışarı,içeri koşturup duruyordum.
Dedemin atı ve arabası vardı. Adalya’ya onunla gidecektik. Dedemin atı;yaşlı, uysal bir attı. Bu ata; “mekkare atı” diyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre; askeriyede yük taşıma işinde çalışıp, yaşlandığı için emekli edilmiş atlardan biriymiş dedemin atı. Ne zaman alındığını bilemiyorum. Ancak satış ihalesine katılarak alınmış olmalı.
İsmail amcamın oğlu Halil İbrahim de hazırlanıp gelmişti. Halil İbrahim benden altı ay büyüktü. 0 da en güzel giysilerini giymiş ve çok heyecanlı görünüyordu.
Bana; ” Hazır mısın?” deyince, ben de
“Hazırım” diye karşılık verdim. Dedem, Halil İbrahim’i “Akkulak”, beni de “Karakulak” diye çağırırdı.
Hazır olduktan sonra ikinci kattaki
dedemin odasına çıktım. Dedem sabah çorbasını içmiş ; yün döşeğinde oturuyordu. Nenem ocakta yanan köz ateşine dedem için kahve cezvesini sürmüş kahve pişiriyordu.
Dedem üzerindeki avcı yeleğinin cebindeki köstekli saati çıkarıp baktı ve neneme seslendi; ” Hadi şerife! Bayrama geç kalmayalım; anca ineriz. Bugün 23 Nisan Bayramı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü .Bizim, Türk Milletinin bağımsızlık ve özgürlük günü. Adalya bu bayram günleri çok kalaba oluyor. Herkes bu bayramı canla başla kutluyor.” dedi.
Dedem aceleyle, yuvarlak kulpsuz fincandaki kahveyi yudumlarken, biz de dışarı içeri girip çıkıyorduk.
Dedem biraz sonra aşağı indi ve evin alt
kısmındaki ahırdan atı çıkardı. Ahır girişinde koşumları,saraçların diktiği deriden süslü at başlığını; atın boynuna geçirilip bağlanan içi kamış sazdan üzeri demirli hamudu; belleme keçesi ve üstlüğünü; pandım denilen gergi kayışını ata kuşattı. Daha sona, atı geri geri getirip, ahşap araba oklarının arasına, arabaya bağlanacak konuma getirdi. Araba oklarını kaldırarak.BağIantı kayışını hamut demirini, çeki yerlerine ve gergi kayışı halkasını, oklarla bağlantısını yaptı.
At ve araba yola çıkmak için hazır hale getirilmişti. Dedem önce Halil İbrahim’i, sonra da beni kucaklayıp, eski keçe serili arabanın üzerine oturttu. “Sakın kenarlara gelmeyin, sonra düşersiniz!” diye de uyardı. Nenemin at için hazırladığı yem torbasını arabaya koydu. Kendisi de arabanın okuna basarak arabaya çıktı ve ön tarafa oturdu.
Elinde atın deriden gem bağlantılı kayışlarını çekip, gerdi. “Deeh!” diyerek atın ileri yürümesini sağladı.
Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra yola koyulmuşduk. 0 zamanlar evlerin seyrek olduğu Varsak’ın aşağı mahallesini geçip gidiyorduk. Buralar koyuna giderken annemin beni de sırtında taşıyarak geçtiği yerlerdi. Çobanların yaz yurtlağı dedikleri yeri geçerken, arabanın solunda, kayalık çok derin ve dibini göremediğim bir dere vardı. Burasının şimdi bildiğimiz Düden Çayı kaynağının olduğunu sonradan anladım.
Biraz sonra,çobanların “Tolaz” dedikleri eski yıkıntıların, harabelerin arasından geçtik. Kağnı ve araba tekerleğinin iz yaptığı toprak yoldan ilerlerken derelere inip çıkıyorduk. Bazen makilik alanlardan, çalılıkların yoğun olduğu bölgelerden geçiyor ve kesme çalıları arasında ilerliyorduk. Bazı yerlerde otlamakta olan keçi ve koyun sürüleri görüyorduk. Yola devam ettikçe, küçük kısa yeşil çalılıklar arasında büyük doğal anıt görünümlü kayaları geride bırakıyorduk.
Bir süre sonra çevresi taş örme duvarlı, yeşillikler içindeki bahçeleri görmeye başladık. Ne güzel bir manzaraydı bu. Bahçelerden gelen mis gibi güzel kokular insanı adeta mest ediyordu. Bu doyumsuz kokular,portakal ve limon ağaçlarının çiçeklerinden gelmekteydi. Küçük bir su arkının kenarından devam eden yol bayağı bozuk olmalı ki, arabamız çukura inip çıktıkça, Halil İbrahim ve ben sağa sola sallanıyorduk. Dedem ise, iki de bir; “Çocuklar el ele tutuşun ve arabanın ortasında durun!” diye bizi uyarıyordu.
Taş duvarlı bahçelerin kenarlarında oldukça büyük andız ağaçları sıra sıra diziliydi. Bahçe içinde portakal, dünya ağaçları vardı. Biraz sonra geçeceğimiz köprünün kenarında çok büyük bir kavak ağacı yemyeşil dallarıyla göğe uzanıyordu . Bizlere mutluluk veren bu güzel kokuların yayıldığı bahçelerden sonra derin bir dereye inip çıkıyorduk. Bağların yanında bağ evlerinin de olduğu bir bölgeye girmiştik artık. Yeniden bir devasa kavak ağacını geçtikten sonra sağ tarafta büyük bir okul karşımıza çıktı. Düzgün giyimli öğretmenler ve formalı öğrenciler bayram hazırlığı yapıyorlardı. Bu okulun ünlü Sakarya İlkokulu olduğunu daha sonra öğrenecektim. Yine sonradan öğrendiğime göre, burası yüksek alan semt merkeziydi.
Tek kat esmer kiremitli evlerle, iki kat konaklar arasından ilerliyorduk. Kırmızı kiremitli güzel bir binanın yanından geniş bir yola girdik. Bu bina anımsadığım kadarıyla, yıkılan doğumevi (vakıf hastanesi) olmalı.
Ana yol oldukça hareketliydi. Cadde kenarında batıya doğru giden kalabalıklar vardı. Köylüsü kentlisi, öbek öbek insanların bayram heyecanı ve coşkusu yüzlerinden okunuyordu. Ana yoldan biraz daha gidip sola girdik. Sağda çok güzel, düzgün taşlarla yapılmış binanın, şimdiki Merkez Bankası binası olduğunu sonradan öğrenecektim.
Burayı güneye doğru geçtikten sonra, genişçe bir hana ulaştık. Atları koşumlarından çıkarılmış onlarca at arabası, dikdörtgen biçimli han duvarının kenarlarına sıralanmış; atlar da belli
aralıklarla bağlanmıştı.
Burası Serik Hanı idi. Esmer kara kuru bir adam olan hancı bizi karşıladı”Hoş geldiniz” deyip önümüze düştü ve uygun bir yer gösterdi. Büyük bir dut ağacının altında atı durdurup, geri geri arabayı duvara yanaştırdı. Dedem atın koşumlarını çıkartıp iki araba arasına yularından bağladı. Önceden hazırlanmış yem torbasını atın başına geçirip astı. Hanın güney tarafından örs, çekiç demir sesleri; bitişik bahçedeki ağaçlardan kuş cıvıltıları kumru kuşu sesleri birbirine karışıyordu. Anlaşılan hanın bu tarafında at arabası imalatı ve tamirat işleri yapılıyordu.
Dedem bizi arabadan indirdi. Elimizden tutup, handan dışarı çıktık ve Merkez Bankası binasının önündeki ana yola girdik.
Ana yolun karşısında çevresi yüksek
duvarlı büyük bir yapı vardı duvarların arkasından cıvıl cıvıl öğrenci çocuk sesleri geliyordu. Burası sonradan öğrendiğime göre Antalyanın meşhur İsmet İnönü okuluydu. Caddede bizim gibi yüzlerce insan toplanıp, hükümet binasının bulunduğu Tophane Meydanına doğru gidiyordu. Biz de onlarla birlikte yürümeye başladık.
Cadde ortasında su kanalı ve çam, hurma ağaçları sıra sıra dizilip gidiyordu. Biraz ilerde caddenin iki kenarında dükkanlar sıralanıyordu. Cadde ortasında bütün okullardan öğretmen ve öğrenciler ellerinde bayraklarla, düzgün adım izci kıyafetleri ve yöresel milli kıyafetlerle tören alanındaki yerlerini almaya gidiyorlardı. Cadde kenarında insan kalabalıkları uzayıp gidiyordu. Bu yoğun kalabalık arasında hükümet konağına doğru zorlukla ilerlemeye çalışıyorduk.
Bir ara dedem bize, elinde cam çanta içinde naneli şeker satan adamdan uzun nane şekeri aldı. ilk defa çok farklı bir şeker yiyorduk. damak ve boğazımızda serin nane Aromasının hazzını alıyorduk. Hükümet konağına yakın bir yerde, cadde kenarında uygun bir yer bulup, tören alanındaki yerimizi almıştık. Bizler çocuk olduğumuz için, her şeyi görüp dikkatli izlememiz elbette ki olası değildi. Tören konuşmalarının seslerini ve süslenmiş üstü açık bir araçla vali, belediye başkanı ve diğer yöneticilerin cadde kenarına yığılmış olan halkı selamlamaları hala belleklerimdedir. Askerlerin tören geçişleri, top arabaları, mehter takımının geçiş yürüyüşü ve develer üzerinde kös davul sesleri. Bütün okulların öndeki öğretmenleriyle birlikte tören alayı geçişleri. Bütün kamu kurumlarının
hazırlamış oldukları tören alayı geçişleri. En son itfaiye araçları, siren sesleri, top atışları ve bunca gördüğümüz kalabalıklar bizim için muhteşem bir olaydı. Bu renkli dünya içinde gözlerimiz kamaşmıştı.
Bayram kutlamalarının coşkusu içinde acıktığımızın hiç farkına varamamıştık. Törenlerin sonunda dedem bizi Aşçı Zeki diye bilinen demirciler çarşısı yanındaki köfteciye götürdü. Çok acıkmış olmalıyız ki yediğimiz köftelerin tadını hala unutabilmiş değilim.
Karnımızı iyice doyurduktan sonra, Şimdiki merkez bankası binasının doğu sırasında, Adını sonradan öğrendiğim, Akdeniz Dondurmacısınldan, bize külahla dondurma aldı. dedem çocuklar bu yavaş yavaş dilinizle yalama ile yenir. Acele ile yerseniz boğazınız üşür şişer hasta olursunuz demişti. öyleki ilk defa dondurma tadı bize anlatılmaz bir haz vermişti.
Doğruca at arabamızın olduğu Serik Hana gittik. Dedem atı yeniden koşumlandırdı ve arabaya bağladı. Bizleri de kucaklayıp arabanın üzerine çıkardı. Artık dönüş yolculuğuna başlama zamanı gelmişti. Yavaş yavaş Varsak’taki evimize doğru yola çıktık. Günün yorgunluğu içerisinde biraz sonra uyuyakalmışım. Zaman zaman hissettiğim teker tıkırtıları da bana ninni gibi gelmişti. Gözümü açtığımda çoktan kapımızın önündeydik. Güzel bir günün sonunda; bir ulusal bayram sevincini yaşamanın gururu ve yeniden evimizde olmanın mutluluğu içerisindeydim.
Dedem Durmuş Bilgili’ye böyle önemli bir günü bizlere yaşattığı için şükran duyuyorum. Bizlerde milli duyguların filizlenmesinde,KurtuIuş Savaşımızda Batı Cephesinde yer almış dedemin büyük katkısı oldu. Bizlere düşen de; bu yurdun bağımsızlığı için, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri olarak milli mücadeleye katılmış yurtsever bir kuvayı milliyecinin mirasına sahip olabilmektir.
21.04.2024